Kübra Dal – Toplumsal Yozlaşma ve Siyasal Erk

Yozlaşma kavramı Türk Dil Kurumu tarafından kişilerin ya da toplumların dönüşmesini, dış etkenler ile iyi olan nitelikleri ve değerleri yitirerek kötüye evrilmesini ifade eder. Kelimeler taşıdıkları anlamlar ile kitleleri peşinden sürükleyebilecek kadar kuvvetlidir, özellikle kitleye hitap etmesini bilen kişiler tarafından kullandığında kelimelerin gücünü açıkça görebiliriz. Weber’in yaptığı otorite tanımlamasında karizmatik otoriteye sahip olan lider bu anlamda hitabeti güçlü ve kitleleri beraberinde hareket ettirebilecek bir liderlerdir, Türkiye’nin Cumhurbaşkanı bu otorite tipine bir örnektir. Yazıdaki temel amaç; son yıllarda gündelik hayatta sıklıkla duyduğumuz sosyal çürüme ve toplumsal yozlaşma gibi kavramların toplumların sadece dini, ahlaki yaşamdan ve kültürel değerlerden uzaklaşarak oluşmadığını, toplumu yozlaşma noktasına getiren birçok farklı faktörün olduğunu açıklamaya çalışmaktır. Toplumsal yozlaşma tek bir nedenden ya da olaydan dolayı ortaya çıkmaz, yozlaşmanın da bir belleği vardır. Türkiye’deki toplumsal yapı değişmelerine tarihsel süreçler üzerinden bakıldığında toplum genelinde yankı uyandıran olaylar toplumsal hafızayı şekillendirdiği gibi toplumsal yozlaşmaya da sebep olmuş ve yapı değişmelerine yol açmıştır. Toplumsal yapının değişmesi ve günümüz tüketim toplumu ile yozlaşma kavramı gündelik hayatta konuşulan bir tartışma meselesi hâline gelmiştir. Tüketim toplumu sadece maddenin tüketildiği bir toplumdan ziyade zamanın, kültürel ve sosyal değerlerin de tüketildiği bir toplumu ifade etmekle birlikte bu tüketim toplumu içerisinde yığılmış bir bellek vardır. Türkiye tarihine bakıldığında ülkedeki siyasi ve dini değerler çatışması ve bu çatışmalar sonucunda yaşanan 1960 işçi hareketleri, 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 askeri darbesi, 1991 Zonguldak Madenci Yürüyüşü, 1999 Mezarda Emeklilik Yasası ve Emek Platformu’nun tavrı, 2010 Tekel direnişi gibi  eylemler toplumsal hafıza da yer edinmekle birlikte bu hareketlerin Osmanlıya uzanan bir kısmı da vardır. İktidarın ve toplumda yaşayan insanların değerlerinin birbiriyle çatışması ile yozlaşma kavramı kaçınılmaz olmuştur. Toplumu yozlaşma noktasına getiren çeşitli itici faktörler vardır bunlara: ekonomik yoksulluk, küreselleşme, iletişim biçimlerinin değişmesi, jenerasyon farklılığı, siyasal yozlaşma, devletin; eğitim, sağlık, adalet gibi kurumlarına duyulan güvenin azalması örnek olarak gösterilebilir. Daha da spesifik bir örnek üzerinden açıklayacak olursak sosyal medya üzerinden her şeyin çok hızlı tüketildiği bir dönemde paylaşılan cinayet, taciz, tecavüz, istismar, yolsuzluk, terör olayları ve afetlerle ilgili haberlerin gitgide arttığı, insanların hava karardıktan sonra sokakta yürürken kendilerini güvende hissetmediği, üstelik gün içerisinde bile her an bir silahlı saldırıya uğrama korkusu, kolonu kesilmiş bir apartmanda mı yaşıyorum, deprem olur mu, kaldığım otelde olası bir yangında gerekli tedbirler alınmış mı sorgusu ve endişesinin gündelik hayatın daimi konusu olduğu bir toplumda, toplumsal psikoloji etkilenmekte ve toplumsal davranışı belirmektedir, dolayısıyla bu güvensizlik ortamı yozlaşmanın da önünü açmaktadır. 

Türkiye’de yaşanılan ekonomik kriz, pandemi ve beraberinde gelen afetlerin yıkıcılığı ile birlikte Türkiye’deki hava karamsar bir hâl almaya başlamış ve yaşanılan bu olayların aslında bir kesimin inançlı bir kesimin inançsız olması gibi kutuplaştırıcı düşünceler sebebiyle yaşandığı ve bununda toplumsal yozlaşmaya yol açtığı gibi çeşitli düşünceler ortaya atılmıştır. Bireyden ziyade bir kitlenin ya da toplumun yaşam biçimini etkileyecek büyüklükteki olaylar elbette ki toplumsal yozlaşmaya yol açabilir ancak yozlaşmaya yol açan başka pek çok itici neden vardır. Demokratik bir ülkede insanların bir topluluk içerisinde uyumlu bir şekilde yaşayabilmesi için adalet, siyaset, din, eğitim, sağlık gibi birçok kurumun sağlıklı olarak işlevlerini yerine getirmesi gerekir ki toplum uyum içerisinde yaşasın ve devleti temsil eden kimseler varlıklarını sürdürebilsin. Devlete ve adalete güven duyulmayan bir ülkede toplumsal huzursuzlukların beraberinde getirdiği bir takım problemleri görmek mümkündür. Devleti temsil eden kurumların içlerinin boşaltılması yozlaşmayı ortaya koyan temel faktörlerdendir. Peki devletin bir kurumunun içerisi nasıl boşaltılır? Giderek tekelleşen siyasi yönetim biçiminde kurumlara akrabaların, tanıdıkların getirilerek liyakatin ortadan kaldırılması ve kendini sağ ya da sol siyasi görüşte tanımlamamalarına rağmen otoriteye sahip oldukları andan itibaren bu liyakatsizliği devam ettirmeleri, uzun süre otoriteye sahip olan kişinin giderek bulunduğu konumu kullanması, benimsemesi ve bu konumdan vazgeçmemek için despotik tavırlar sergilemesi, sosyal devlet anlayışının bu şartlar içerisinde devamlılığının olmaması aslında kurumların nasıl boşaltıldığını bizlere gösterebilir. Toplumsal yozlaşmayı gündelik hayatta yaşadığımız liyakatsizlikler, etik değerlerin ihlal edilmesi gibi durumlar üzerinden açıklamak mümkündür. Örneğin üç yıl üst üste hakimlik sınavında derece yapmasına rağmen mülakatlarda elenen Emre Pişiren ya da azınlığı es geçip çoğunluğa hitap ediyormuş gibi görünerek anlık vaatler veren siyasetçiler, iş verenler ve çeşitli siyasetçilerin ya da devleti temsil eden kurumlardaki iktidar sahiplerinin selamına sığınarak işlerini yürütmeye çalışan belli bir güruh ile yaşamak Türkiye’deki toplumsal yozlaşmanın temelinde görülmektedir. Devletin varlığını temsil edenlere ve kurumlarına olan güven azaldıkça toplum içerisindeki huzursuzluk oranı da o denli artmaktadır. Türkiye’nin içerisinde bulunduğu yapı ve iktisadi bozukluklara bağlı oluşan huzursuzluk toplumunda, zengin daha çok zengin olurken fakir daha çok fakir olmakta ve varlığının bile olup olmadığı tartışılan orta sınıf yok olmaktadır. Bütün bu yapısal ve algısal değişimle birlikte toplumda iktisadi bir kaygı gözlemlenmektedir. Otorite olarak görülen devlete duyulan güven azaldıkça, adalete ve iktisada olan güven de azalmakta dolayısıyla belli bir güce sahip olan insanlar otoritenin sağlayamadığı güvensizlik ortamında kendi iktidarlarını kurma arayışı içerisine girmektedir. Türkiye’de toplumsal yozlaşmanın temelinde gerçekten kültürel ve dini değerlerdeki değişme mi vardır yoksa toplumu temsil ettiğini iddia eden kişilerin kapitalizm ile birlikte toplumun birliğini ve beraberliğini sağlayan aidiyet duygusunu, kültürel değer ve dini inanışlar üzerinden sömürmesi ve yaşattıkları hayatları en iyisiymiş gibi göstermesi mi vardır? Toplumsal Yozlaşma kavramı devlet, kapitalizm ve adalet gibi kavramlardan ayrı düşünülemez, devlete duyulan güven bağının olmadığı, devleti temsil eden kişilerin kapitalist üretim biçimlerini destekleyen ve yüksek karlar elde eden kişiler olması ve adaleti sağlayacak/uygulayacak olan kişilerinde dolaylı olarak devleti temsil eden kişiler olması sebebiyle toplumsal kazanç yerine yüksek faizler verilen bir toplumda huzursuzluk, aldırışsızlık ve yozlaşma gibi olgular(?) ortaya çıkmaktadır. Aslında Türkiye’de yaşanılan toplumsal yozlaşma, toplumu temsil ettiklerini ifade eden iktidar sahibi olan kişilere karşı verilen bir cevap olarak düşünülebilir. Bu yazıda toplumsal yozlaşmaya gerekçe olarak gösterilebilecek olan siyasetin ve iktidarın tekelleşmesine bağlı olarak toplumu yöneten iktidarın ve kurumlarının boşaltılması ele alınmıştır ancak yazının başında da değinildiği gibi yozlaşmanın içeriğinde birçok faktör vardır, küresel dünya hareketleri, jenerasyon farklılığı ve uyuşmazlığı, ilerleyen teknoloji ve sosyal medya ile zamanın hızlı tüketimi gibi birçok faktör bizlerin yerel kodlarını da hızlıca dönüştürmektedir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir