Furkan Çirkin – Kazandım Nefretini Faşist Türklerin Lânet Ediyor Bana Irkçı Kürtler de: “Vatanım rûy-i zemin, milletim nev’-i beşer”

Ekin Sanat ve Türkiye Sosyalist İşçi Partisi’nin düzenlediği şiir ödülünde Jüri Özel Ödülü
alan ve Varlık Dergisi Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülleri’nde ödül için tartışmaya açılan
finalist 9 dosya arasında olan “İntikâmım Kendimdir” başlıklı şiir dosyam, daha sonra
“Hayatım: Rengârenk Bir Zifiri Karanlık” adıyla yayımlanmıştı. (Belki de İntikâmım
Kendimdir adıyla yayımlanmalıydı. Malum, “hep seçmediklerim aklımda ukde”… -Yine bu
şiir kitabımdaki “Tüm Seçmediklerimin Bir Toplamı Olarak: Ben” şiirimden bir mısra-)
Velhasıl asıl konuya gelecek olursam, kitap yayımlandıktan hemen sonra Süleyman Berç
Hacil ile bir söyleşi yapmıştık ve orada İsmet Özel’den mülhem “kazandım nefreti feodallerin
lânet ediyor bana liberaller de” demiştim. Ortaçağ kalıntısı feodallere ve onların gerici tüm
yapılanmalarına karşı durduğum kadar daha ilerici olsa da artık tarihte gerici safa düşmüş
olan liberal kapitalistlere ve onların kapitale tapınan zihniyetlerine de tümden karşı
durduğumu vurgulamak için… Bu yazıda da -yüksek müsaadelerinizle- yine aynı kalıptan
mülhem “kazandım nefretini faşist Türklerin lânet ediyor bana ırkçı Kürtler de” demek
istiyorum. Ve yine “vatanım rûy-i zemin, milletim nev’-i beşer” mısra-ı meşhurunun mübdi’i
Tevfik Fikret’e de atıf yaparak başlamak istiyorum.
Sınıf bilinci olmayan ezilen kesimler, ezim ezim ezilmeye devam ededursun faşist
kapitalistlerin kuyruğuna eklemlenmeye çalışan Kürt burjuvazisi de iktidardan payını
ala/yazdı/yazıyor. Ama sonuç ne olacak? Bir şairin, bir aydının, bir düşünürün üzerine düşen
nedir? Karl Marx’ın dediği gibi sadece olanları anlamakla yetinen ama tarihi değiştirmeyen/
en azından değiştirmeye meyletmeyen filozofların safında mı duracağız? Evet, gerçekten çok
boyutlu ve karmakarışık bir hâl içindeyiz. Tarih, bu coğrafyada düz bir şekilde akmadı.
(Şüphesiz hiçbir yerde tarih tamamen pürüzsüz ve düz bir çizgi şeklinde ilerlemez.) Ama bu
coğrafyada tarihin önünde devasa bir engel olarak gerici safta duran bir dev, Osmanlı
İmparatorluğu, yüzlerce yıl durgun su gibi kokuşup yıkıldı. Yine -belki de halka üç beş
gömlek fazla gelen- aşırı ilerici ve sert devrimler, bazen de yanlış uygulamalarla, tarihin
akışını zigzag çizer bir hâle getirdi. Son birkaç on yıldır ise tarih çok yavaş bir şekilde dip
akıntılarla ilerlerken, üst kademede sert bir şekilde gerici abluka altında duraklatılıyor ve
hatta geriletiliyor. İşte bu hâl içinde ne yapmalı, ne söylemeli? Bir şairin en temel vurgusu
belki de şu olmalı: Ezilen Türk’leri sömüren bir avuç Türk burjuvazisi, ezilen Kürt’leri ezen
bir avuç Kürt burjuvazisi… Ekmek bulamayıp barınma hakkına bile ulaşamayıp insanca
yaşayamayan halkın karşısında multimilyoner burjuvazi kesimleri ve bunların -başta asalak
din adamları olmak üzere- şakşakçıları var.
Dünyanın her yerinde yükselen faşist sağ, aslında tarihin tekerrürünü bize göstermekte. (“Hiç
ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi?”) Rengârenk liberal ambalajlarla sarmalanmış kapitalizm,
çıkmaza girdiğinde kara, soğuk, donuk bir faşizm ile kucaklaşıyor tekrardan. Herhangi bir
ırka, herhangi bir dine, herhangi bir ten rengine sahip olanların diğer insanlardan üstün
olduğunu iddia edecek kadar aşağılık bir seviyeye düşen insanlık düşmanları, birbirini
destekliyor. Kendi dinine inananların diğer tüm insanlardan daha üstün olduğunu düşünecek
kadar aşağı bir seviyenin en terörist örneği Netanyahu, kapitalist emperyalistlerin desteğiyle
çocuk öldürüyor. Peki bunun konumuzla ne ilgisi var? Şöyle ki ırk siyasetine, din siyasetine,
mezhep siyasetine bulaşmış bir bataklıkta debeleniyoruz. Fakat bunun karşısında şairce

durmanın tek yolu, doğayı ve insanlığı katleden kapitalist sermayedarların dinci, ırkçı,
ayrımcı oyunlarına karşı koca bir NaH* şiiri yazmaktır.

*Sodyum hidrür

2 Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir