I.
kaç asır geçti ruhumdaki ateşi bir damla suda yitirmemin üzerinden
sayamadım
o kuyuya baktım içimi gördüm
yalnız ona anlattım
ben bütün uzakların en yakını
her gidişin en zararsızı
binlerce ah
ve bir nehir
uzun yoldan geldim
heybemde tebessüm ve hüzün
ellerim allah’a açık dilimde eskimiş bir dua
biliyorum Sümbül’ün hatırına dönüyor dünya
II.
yıkılan her şeyin altında kalmış yüzümüz
sessiz adımlarla uğramışız oralara
anonsların ve marşların gürültüsünü unutarak
yıldızlı bir gecenin ferahlığında ağıtlar yakmışız
biz bizeyiz
kimsesiz ve yorgun gözlerimiz
sessizliğimiz bastırıyor bütün çığlıkları
Sümbül bağrına basıyor her birimizi
III.
suya bakanların yüzlerindeki gülümseme kimin umurunda şimdi
şimdi o kuyudan çıkmalı mı derine mi dalmalı?
karanlık gecelerin heyulasında dirilen o öfke o kırgınlık
söndürülemez bir ateştir artık yüreklerde
yaşamak yükü asla kapanmayacak bir yaradır
eza ve çile dolu bir ömre her dilek fazladır
ve Sümbül her acıya biraz dermandır
IV.
artık kim dindirebilir öfkemi serinliğinde uyuduğum o ağaçtan başka
ellerimde hâlâ o ilk lekenin kiri
göğsümde ilk aşkın heyecanı
aklımda çok eski ve tek dilli bir kare ile
avazım çıktığı kadar susmayı öğrendim hayatta
şahidiyim Sümbül’ün kalbinde kopan fırtınaların
kıyamete kadar taşıyacağı o kambur batıyor kemiklerine
dönüyorum ve diyorum kendime
gideceğiz elbet buralardan
kendimizi ait hissedeceğiz dört parçaya da
ferahladığı günler de olacak içimizin
aklımızda bir uçurumdan aşağı çakılma isteği de
bir mağaranın en karanlık yerinden söküp alacağız ve kurtulacağız korkularımızdan
işte o gün nehrin gür berrak akan suları
arındıracak bizi kirlerimizden