Köy evleri unutmaz
ne toprağın sesini,
ne çiçekle açılan dudakları,
ne de bir çocuğun, çıplak ayakla
bahçeye fırlayışını.
Kapı eşiğinde
çift çoraplı kışlar bekler hâlâ;
gıcırtılı sandalyelerde
biraz yorgunluk — biraz dua oturur.
Duvardaki is lekesinden okunur yıllar:
Burada biri çok oturmuş,
çok gülmüş,
çok susmuş belki.
Ama gitmemiş.
Kilit tutmaz hatıralara bu ev;
her çatlak
bir ses taşır:
“Ben buradaydım,” der —
“sen de buradaydın,
henüz hiçbir şey kırılmamışken.”
Kurumuş soğan saplarının arasından
bir gelinlik sarkar hafifçe —
ne zaman dokunsan,
bir annenin elleriyle diktiği sabır hissedilir.
Ocağın başında tencere yoktur artık,
ama hâlâ tarhana kokar duvar.
Çünkü o ev
sadece yemek pişirmez;
geçmişi de ısıtır — biraz.
Köy evleri unutmaz,
çünkü unutmak
modernliğin kibirli işidir.
Köy, hatırlayarak yaşar.
Hatırlayarak ağlar.
Hatırlayarak affeder.
Ve bazen sadece
bir tül perdeyle
bütün kötü günleri örter.