‘Bekle’ tellerim titreşti
Gülüşün oturduğun yerde gülmekte
Ve ben öpmekteyim delicesine
Sürgülü zaman bölmelerim
Ardına atlamakta
Ve ben beklerken
Öptüğün yer titremekte
Başladı doktor çağlarını anlat:
“Mısır, piramit, çöl de var. Kumlar da sarı
Kum tanesinin zaman sayıldığı Mezopotamya’da
Doğumuna milyonlarca kum tanesi saydım
Neyse ki gülüşün senden önce doğdu
Antika sevgilerle inşa edilmiş piramitteydik
Sevgini taşıyacak kadar köle -kum tanesi büyüklüğünde-
İnanılmayacak kadar uzaylı -büyük taneli kum-
Ağaçlar yetişiyordu yağmur bilmeden
Sen bilmeden, insanlar bilmeden
-bireysel psikoloji kitaplarını antik mısırda yazdırmaktan suçlu olduğunu doktora söylemedim tabi-
Tutankhamun lanetini ben çürüttüm
Hiçbir mezarda ölmemiştin
Ve ben hâlâ ölmedim
Çok üşüyorum
Soğuk his olmaktan çıkmalı hiç yakışmıyor
Güzel temenniler canımı acıtıyor
Ve bu can çıkıntısı artık uyanmalı
Deli değilim, inanın, uzaylıyım doktor
Çağ’ımın sesi inceldi, zaman güneşe hediye edildiğinden beri
Matematiğimden kalan tek formülüyüm bu yolculuğun
Neyse ki bütün çocukların matematiği kötü
Doktor, çocukluğumuza inebilir miyiz?”
Bekleyenler bir kapı için tüm hastalıklarını döktü
Bu gece işi gücü olmayan iyi insanlar
İyi insanlara oturaklık eden salonda bağırmakta:
“Deli değilim, inanın, uzaylıyım”
Deli değilsiniz, inanıyoruz, uzaylılar var.