Yüzünün arkasından bir yüz dönüyor kendine,
Fabrika nefesi damlıyor damlardan ve gül.
Kandile bağlıyorum ismini,
iyice ezberletiyorum incire ve zeytine,
Kekeme bir çocuk bir çırpıda söyleyiveriyor.
Kareli masa örtüsüne yazgını kazıyor sabahlarda
Beyaz parmakların, çilek reçeli ve biraz kül.
Ne zaman güleç dönsen köşe başlarından
alaca gölgeler çocukluğunu nöbete çağırıyor yine
çünkü yıllar yılı sağlam aynalarda kırılan düşünü ezberledin annenin.
Seni korkutmadı hiçbir zaman kanser ve sansür,
yine de hep gözlerini örümcekledi uzaklar
bir yol aşkına bütün düğmelerin dökülürdü senin,
biriktirdiğin tüm yolculukları uyandırdı gecelerde tek bir soru:
nerede evin?
İçimize kambur kurulan evlerde hepimiz
büyük bir dalgınlığın saflarına durarak
hâlâ oralarda mı diye Allah hep şuramızı yokladık.
Oradaydı, bir gülün ağırlığında tartıyorduk evcimenliğimizi.
Sevdiğimizi, sevildiğimizi, yitirdiğimizi tespih edip
Çağın göğsünden emiyorduk kanı,
sütün hakkı var mı ki?
Senin geceye yumruk tutup iç çekişlerin,
Gölgenin ağaçların altına baygın uzanışı,
Ölüme yetişebilmek için seferber ettiğin telaşların,
Sen artık o eski mevsimlerin kadını değilsin!
Şehadeti yanlış tekerlemiş parmakları dolanıyor saçlarına
Köpürdükçe kuduran, kudurdukça köpüren küstah denizin.
Yine de gül
damarlarına karışsın yaşamın karşı konulmaz türküsü,
ıslıklarınla bölünsün şeytanların uyanılmaz uykusu!
Bir gül, kambur kurulan evler arasından sokaklarca ince uzun.
Gül ki güldükçe gül büyütüyor senin yüzün.