şarkını nereye sakladın
Süleyman’ın bilir mi kuşların şarkısını
kalbine cesaret verdiğin keklik karanlığı kanatlarıyla yırtıyor hışım hışım
yüzünde suyun kırılganlığı biraz da hatmi buruşmuşluğu-tozlu pembe ve ikindi
oysa ben kırılmanın güzel şey olduğunu öğrendim
kiraz ağaçlarına çıkılmayacağını
kaygılı eteklerinde ısrardan rüzgarlar
bazı taşlar ırmağa düşmek, bazı gölgeler başka gölgeleri yenmek içindi
üstelik çarşıların var
aşağı inen merdivenlerin, haberci kargaların, Metin’in kavakları
uzağın matematiğini reddediyorsun
havanda tuzla dövüyor aş ettiği çiçekleri kadın
ezilmiş bir çiçeğin rengini işitiyorum acı
incecik yapraklarda taşıyorum adını
suya doymuş yeşille
konuşmuyorsun da gündüzleri
dilim Halep sakızı çiğnemekten tembel
sana şu köprülü köyden bakmalarım var
diyorum ki: Meşelerini en inatçı yere dikmiş Allah
Allah’ın elleri ne güzel
çiçek dağına dokunmamış
oysa hiç rüyama girmedin
ben şarkını aramıyorum artık, sesini istiyorum
sen hâlâ bir halkın alnında bekleyen ilk kurşunsun.
ve dağlar, ancak özgürken anlatır kendini
biz çıkılmaz denilen her ağacın üst dallarında salındık
her düştüğümüzde bir başka çocuğun uykusunu bozduk
sana aşağı çarşıya inen merdivenleri saydım
basamaklarında anneler
ve çarşıların yoktu senin
ama seyyar tezgâhlarında satılırdı yarım kalmış devrimler
inandık biz;
el değmemiş dağlara değil, eli değmiş dağlara
Allah’ın elleri varsa
sen hiç rüyama girmedin
hacimli sabrın her uyanışta göğsümün ortasında bekledi-tutup adına benzedim
benzemek yarayan bir şey değilmiş
şarkını neden gömdün
biz kazma küreği çoktan çürüttük
ama şarkılarını hâlâ toprağın altından dinliyoruz:
diri diri gömülmüş halkın ninnisi gibi.
göğsüne takılan karanfil niçin kendini öldürmüyor
görecek günlerin var demek ki
seni taşın uykusundan çağırıyorum
duyacak kar kokusunu kankaranfilin
bakmışsın göğsünde akkaranfil
uyandın mı? / merhaba, dağhêsar.
