ve yağmur yağmur yağmur
suyun sesi
damla damla…
ve uçurum
yürek ölümden yeniden doğar.
z.s.
Kumral saçlarından süzülüp yere düşen yağmur damlalarına bakıyordu.
Gözleri yerde toprak ve su arasındaki mizanseni anlamaya çalışıyordu.
Başını yukarı kaldırıp sol tarafından akıp giden nehre bakmaya başladı.
Çürümüş ot kokusuyla suyun umursamaz akışı birleşmiş gibiydi.
Bir çok şey gibi artık bu durumu da seçemiyordu. Günler aynı geçiyor her şey birbirine benziyordu. Zaman anlamını yitirmiş, zihnini meşgul eden ne varsa karanlık bir boşlukta hapsetmişti. Zihnini meşgul eden birçok şey şimşek gibi hızla yüreğine çarpıyor ve derin boşluklar oluşturuyordu. Tamamlanmamış anılar o boşlukları dolduramıyor, akıp giden zaman daha da eksiltiyordu yaşanmışlıkları. İçindeki duygular bir türlü iyileşmiyordu.
Gün boyu yarım elma dışında başka bir şey yememişti Zeynep. Midesi bulanıyor, geçmişi düşündükçe midesi daha da acı ile kıvranıyordu. Çaresiz ve yalnızlığı artarak büyüyor, günler onu daha da eksiltiyordu. Ümit verici bir anı ona belki teselli olacaktı fakat; Rüstem’i düşündüğü her an tüm bu anıları daha da dayanılmaz kılıyordu.
Günlerce, haftalarca düşündü, yine hayaletlerle dolu o avluda oturmuş yağan sonbahar yağmurunun altında bahçedeki çatlamış narları seçmeye çalışıyordu.
Boy sırasına göre saçakta dizilmiş kırmızı balçıktan yapılmış üç su testisi, yağan yağmurdan dolup dolup boşalıyordu. İçindeki duygular da bu testiyle birlikte dolup dolup boşalıyordu. Boşalan sular kerpiçten yapılmış duvarı adeta bir sanat eserine dönüştürmüştü. O gün akşamüstü Zeynep dizlerini karnına çekmiş olanı, olmayan ile yorumlamaya betimlemeye çalışıyordu. Bir an tüm hislerini yitirmişti aslında. Kafasında oluşan şablonlar düşen yıldırımlarla patlıyor, hisleri yağmur ile beraber nar ağacının köklerine doğru yol alıyordu.
“Gitmek ne uzun kelime…”
Zeynep, avluda zihnini meşgul eden bu durumu yıllarca gizli bir hayalin ona hissettirdiği duyguyu uzun uzun bir yıkım duygusuyla anladı. Uzun ve suskun bekleyişlerle gittikçe koyulaşan yalnızlığı onu kendisine tahammül edemeyeceği bir duruma getirmişti.
Bacaklarına sarılan küçük ve sıcak eller tüm düşüncelerden sıyırdı onu: ”Zeynep hala içeri gir ninem çağırıyor.” Bunu söyleyen küçük Mahsum idi. Sanki elleri önünden yürüyor gibi şapşal bir hali vardı her zaman. Mahsum hızla içeri koşarken Zeynep oturmaya devam etti.
Gözlerinde kasım mevsimi kadar düşen yağmurun gözyaşları birikmişti. Evet onun için kasım bir mevsimdi artık, geçmek bilmeyen bu karanlık ve dolu ay, onu iyice tüketmişti. Zihni gevşiyordu. Aklına o akşam bir fikir belirmişti. “Ölüm yeniden doğuş ise ne bekliyoruz o zaman.”
Zeynep tüm bunları düşünürken, gün çoktan ağarmış, karanlık olmuştu. Yağmur gün boyunca hiç durmadan yağmaya devam etmişti. Rüzgar insanın içine saplanan keskin bir bıçak gibi esiyor, çıplak ağaçların cılız dalları yağmur tanelerini damla damla yere akıyordu. Ovaya inen sessizlik ve uzakların şarkısı birbirine karışıyordu.
Zeynep avludaki banktan kalkıp içeri girdi kumral saçlarında yağmurdan ardakalan parlak ışıltılar kalmıştı sadece.
Örmeli kazağını çıkardı. Odasında her zaman yaktığı mum, ışığı ile dans ediyordu. Taş duvarların sessizliği, işlemeli tıknaz demir kapıdan içeri giren rüzgarın ıslığında şöminedeki ateş yerden daha da yükseliyordu. Zeynep’in sırtının oyuklarından süzülen damlalar güneşten iyice kavrulmuş bakır tenine çok yakışıyordu. Teninin güzelliği, saçlarının kıvır kıvır ıslaklığı, gözlerinin derinliği, dudaklarının kenarındaki benle bir bütün oluşturuyordu. Gözlerini yakan odanın dumanı, harlanan ateş, savrulan küller tüm hayalleri gibi sisli duruyordu. Odaya inen sessizlik tüm eşyaları yutmuştu adeta. Yağmur damla damla cama vuruyor, pencerenin pervazında birikiyordu.
Rutubetli duvarlar arasında soğuk bir yatakta üzüntülerini de üstüne çekerek derin bir uykuya daldı.
Mavi panjurdan yansıyan ışık gözlerini kamaştırdı, uyanmıştı. Yine hüzünlü bir sabaha uyanmanın derin acısını yaşıyordu. Altın varaklı kanepe, İran halısı o çok sevdiği nemli kitapları ve özenle düzeltilmiş florler üstüne üstüne geliyordu, kendisi kadar bunlardan da nefret ediyordu.
“Neydi önemli olan?” “Nereden başlamalı ya da nerde ne zaman bitirmeliyim?”Gerçeklik mi yoksa hissetmek mi?” gibi garip düşünceler aklını alıyor, beynine hücum edem tüm bu sorular yataktan çıkmasına bir türlü izin vermiyordu.
“Gitmek ne uzun kelime…”
Her şeyin bir toz bulutuna sürüklenip kaybolup biteceğini düşünüyordu. Var olmanın verdiği garip his ve düşünceler yatağına daha çok yapışmasına neden oluyordu.
Kafiyeli bir şiir gibi gülkurusu rengindeki çarşafına sarılmış öylece şaheser bir tablo gibi duruyordu…
Rüstem’den daha ses çıkmamıştı.
Kürklü mantosundan, unuttuğu kuru üzüm tanesini dudaklarının arasına götürdü çiğnemeden yuttu midesine iyi gelir umuduyla. Fakat bulantı hala devam ediyordu. Yemek yeme isteği midesini daha da bulandırıyordu. Yeni bir gündü. Dün geceden beri yağan yağmur hala devam ediyordu. Zeynep için bugün de diğer günlerden farklı değildi.
Ağır ağır yataktan kalktı, giyindi. Yine o bankın yolunu tuttu.
Zeynep, o bankta bir heykel gibi duruyordu. Başında 19. yüzyılı andıran bir kasket, kalça kemiğine kadar uzanan kumral saçları, uzun çizmeleri ve nemli rüzgâra böğrünü açan kürk, petrol yeşili mantosu…
Başını kaldırıp derin bir nefes aldı gözlerini kapattı öylece durdu sanki o an zamanda durmuş gibiydi, kararlıydı. Bugün o işi bitirecek tüm acılarına son verecekti.
Rüstem Zeyneb’i bir kaç kere aramış, ulaşamamıştı.
Rüstem, Zeynep’in kaçış noktasını biliyordu. Bu yüzden de onu bulacağı banka doğru adımlarını hızlandırdı. Sanki tüm insanlık kendi arasında gizli bir anlaşma yapıp sadece Zeynep’in o bankta oturmasına izin veriyordu. Bir bütün, ayrılmaz iki parça olmuşlardı. Birbirini tamamlayan bir gövde…
Zeynep’in son günlerdeki sözleri Rüstem‘i yeteri kadar tedirgin etmişti. Rüstem’in giderek artan endişesi elini ayağına dolamıştı. Daha önce Zeynep ile konuşmuş, kafasından geçenleri biliyordu. Korktuğunun başına gelmesini bekleyemezdi.
Arabasını bodur limon ağaçları ile kaplı bahçenin önüne park edip hızlıca uçuruma doğru ilerledi. Rüstem koştukça kalp atışları daha da hızlanmaya başlamıştı. Hatta kasım mevsiminin o yağmurlu gününde alnında boncuk boncuk soğuk terler akmaya başlamıştı.
Zeynep banktan kalkmış, iki adım ötedeki kıyı uçurumunda sırtı dönük öylece zamanın durmasını bekliyordu.
Rüstem yavaşça arkasından yaklaşıp sağ elini sol omuzuna bırakıp:
Zeynep, diye seslendi!
Zeynep hiçbir şey söylemeden ellerini Rüstem’in elleriyle örterek öylece durdu. Asırlardır yalnız hisseden Zeynep’e tek iyi gelen şey Rüstem idi.
Zeynep yarım adım daha kıyı uçurumuna yaklaşıp Rüstem‘e dönüp:
“Ölüm yeniden doğuş ise ne bekliyoruz o zaman” dedi…
12.12.2024 Kışı…